Aklımızın Oyunları: Kalp mi, Akıl mı? - Betül Kara

Bazen karar vermekte zorlanıyorum. Geçenlerde bir seyahat planlaması yaparken iki otel arasında kaldım, birisi oldukça rahat ve konforlu ama biraz pahalı idi. Özel bir promosyon yapılmış, zaten bu yüzden radarıma girdi. Diğeri fiyat-performans dengesi açısından eh, normal işte ama diğeri kadar çekici değil. Aklım “ucuz olanı tercih et” diyordu ama karar veremedim, bıraktım. Ertesi gün bilgisayarın başına oturdum ve bilin bakalım hangisini seçtim?

Bazen hiç karar veremiyorum. Uçakla mı gideyim, arabayla mı? Sabah mı, akşam mı, bu hafta sonu mu, önümüzdeki hafta sonu mu? Çantama neler koyacağım? İstanbul’dan kaçıp Ege topraklarına gittiğimde her şey yavaşlıyor, neyse ki aklımdaki sorular da…Çantadaki birkaç parça tekrar tekrar kullanılıyor ve ben her seferinde düşünürken boşuna vakit harcadım diyorum kendi kendime. Sonra bir gülme alıyor beni. Arkadaşımın lafı geliyor aklıma, “biz İkizler burcu kadınları…diye başlayan sözleri… Duymuşsunuzdur, astroloji literatüründe “kararsızlar” olarak bilinirler.

Bazen karar almaya korkuyorum ve bu yüzden erteliyorum. Özellikle zor kararlar alacaksam, hayatımda bir değişime sebep olacaksa. Bir işi bitirmek, başka birine başlamak, bir ilişkiyle ilgili karar almak, zor bir konuşma yapmak, vs.

Peki, siz karar verme konusunda kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçen hafta “insanın karar verme mekaniği” eğitimimde sınıfın nerdeyse tamamı bu konudan dertliydi ve kendilerine teşhis de koymuşlardı: mükemmeliyetçilik.

Evet bazen istediğimiz kararları alamıyoruz. Dış koşullar örneğin ekonomik nedenler, bilgi eksikliği, mükemmeliyetçilik gibi kendimize koyduğumuz engeller, korkular, değişime direnç gibi nedenler karar almayı zorlaştırıyor.

Aslında uyandığımız andan itibaren karar almaya başlıyoruz. Bu sabah ne giysem? Kahvaltıda ne yesem? Hangi yoldan gitsem? Basit bir seçimden karmaşık bir strateji belirlemeye kadar, hayatımızın her alanında kararlar alıyoruz. Bu kararlar, geleceğimizi şekillendiren, hedeflerimize ulaşmamızı sağlayan veya engellerle karşılaşmamıza neden olan önemli adımlardır.

Bazen mantık, bazen duygu, bazen bir uzmana sorarak, bazen sezgilerimizle, bazen hayal ederek, bazen de geçmiş deneyimlerimize bakarak, bazen de ilahi gücün etkisiyle kararlar alırız. Bir düşünün lütfen, son dönemde işinizde, yaşamınızda önemli bir karar aldıysanız, hangisi etkili oldu? Çoğunlukla buna cevap olarak “mantık” geliyor. Peki, gerçekten öyle mi?  Bu soruya cevap vermeden önce karar alma sırasında beynimizde neler olup bitiyor diye bir bakalım.

Beynimizdeki düşünsel sistemler

Nobel Ödüllü Daniel Kahneman ve bilişsel ve matematiksel psikolog Amos Twersky yaptıkları çalışmalarla beynimizde iki farklı sistemin çalıştığını ortaya koydular. Sistem 1, amigdala üzerinden çok hızlı karar alan, duygu ve sezgilere dayalı; Sistem 2 ise Neo-korteks üzerinden verileri dikkatlice inceleyen, analiz yapan ve çok daha yavaş çalışan bir sistem. Karşılaştığımız durumlar hangisinin uzmanlık alanına giriyorsa o sistem devreye giriyor.

Ders çalışırken, hesap yaparken, sunum hazırlarken, iki bilgisayarın özelliklerini kıyaslarken Sistem 2 devrededir. Sistem 1 ise bunun aksine refleks gibi, otomatik olarak, doğal dürtüler ve iç güdülerle, çabalamaya gerek kalmadan bizim adımıza karar alan sistemdir. Çoğu zaman, aklımızın kontrolünün Sistem 1’de olduğunun farkına bile varmayız. Sistem 1, bir tür otopilot işlevi görür. Bizim “hiç düşünmeden” birçok işi yapmamızı sağlar. Sezgisel kısa yolları kullanarak karar verir. Hayatımızı hızlandırır ve kolaylaştırır.

Bunun içinde elbette ön yargılarımız da yer alıyor. Hani birisini gördüğümüzde hemen “bu kişiyi gözüm tutmadı” deriz ya, Sistem 1’in marifeti bu. Örneğin, bir alışveriş merkezinde spontane bir ürün alımı Sistem 1'in, yeni bir işe başvurmadan önce tüm seçenekleri değerlendirmek ise Sistem 2'nin görevidir.

Günde 100 karar alıyorsak bunun 98’i Sistem 1 üzerinden gerçekleşiyor. Kararlarımızın sadece yüzde 2’sini Sitem 2 üzerinden, yani düşünerek alıyoruz. Nedeni çok açık. Beyin, enerji tasarrufu için Sistem 1’i kullanır. Ne de olsa koca organizmanın hayatta kalmasından sorumlu. Enerji tasarrufu için gerekli bu.

Ön yargılarımız, duygularımız ve varsayımlarımız kararlarımızı etkiliyor.

Ön yargılarımız bizi hayatta tutmak için var, Sistem 1’in görevi bu. Evet ama avantajları olduğu kadar ön yargılar hatalı kararlar almamıza da neden oluyor. Düşünmeden, hızla karar verdiğimizde, bu bizi çok hızlı yanılgıya düşürebilir. Tek bir girdi, bütünü açıklamak için yeterli olmayabilir. Bir kişinin giyim tarzından yola çıkarak, onun yetenekleri hakkında yanlış bir karar verebiliriz. Ya da farklı kültürlerden insanlara karşı önyargılı olmak, iş birliği yapma fırsatlarını kaçırmamıza neden olabilir.

Halo etkisi olarak bilinen yanılsama nedeniyle bir kişinin bir özelliği hakkında olumlu bir izlenim edinmek, diğer özelliklerini de olumlu olarak değerlendirmenize neden olabilir. Bir kişi bizim için güzelse, onun aynı zamanda iyi, eğlenceli, hoşgörülü, cömert biri olduğunu düşünme eğilimindeyiz, tersi de doğru tabi. Tek bir özelliğe bakarak tahminimizden çok daha fazla olumlu veya olumsuz varsayım içinde oluyoruz. Ya öyle değilse?

Ön yargılar, hayatımızda fırsatların kaçması, ilişkilerin bozulması, yanlış kararlar gibi birçok açıdan bize zarar verebilir. Bunu yönetmenin en iyi yolu ne derseniz, Amerikalı yazar W. Arthur Ward der ki “merak, öğrenme mumunun fitilidir.” Merak etmek ve soru sormak, ön yargıların hızını keser.

Duygularımız kararlarımız üzerinde büyük bir etkiye sahip. Mantıklı olduğunu düşündüğümüz kararların çoğu aslında duygusal nedenlerle alınıyor ve sonradan bu kararları mantık çerçevesinde açıklamaya çalışıyoruz. Yani kalbimizin sesini dinleyip karar veriyoruz ama sonra aklımıza yatan bir neden bulmaya çalışıyoruz.

Öfkelendiğimizde, tetiklendiğimizde aldığımız kararlar yanıltıcı, çünkü Sistem 1 devrede ve düşünmüyor, sadece tepki veriyoruz. Dürtüsel davranıyoruz. İçimizden ona kadar saymak, iletinin amigdaladan beynin ön tarafına iletilmesi için beynimize gerekli zamanı veriyor.

Riskli bir karar alırken de başarısızlık korkusu veya kayıp korkusu gibi duygular, bizi daha temkinli olmaya itebiliyor. Örneğin, yeni bir işe başvurmak isteyen biri, başarısız olma korkusu nedeniyle bu kararı erteleyebilir.

Dan Ariely, “Akıldışı Ama Öngörülebilir” isimli kitabında insan davranışlarının mantıksız gibi görünse de aslında öngörülebilir kalıplara sahip olduğunu ortaya koyan çok sayıda deneyden bahsediyor. Kitap hem düşündürüyor hem de örneğin bir satın alma kararı sırasında düştüğümüz tuzakları okurken çok da güldürüyor.

Hep karşılaştırma yapma eğilimindeyiz, yoksa karar veremiyoruz. Bir referans noktasına ihtiyacımız var. Pazarlama ve satış ekipleri bunu çoktan keşfettiği için bal gibi zokayı yutacağımız seçenekler önümüze getiriyorlar. Tabi sistem 2’yi devreye sokmazsak. Yani gerçekten düşünüp buna ihtiyacım var mı diye sorunca tuzak bozuluyor. En azından artık bilinç tarafındayız, bile isteye tuzağı seçebiliriz elbette.

İlk olarak karşılaştığımız bilgi, sonraki kararlarımızı önemli ölçüde etkileyebiliyor. Kitapta çıpalama etkisi olarak tanımlanan yanılsama ile yavru kazlar gibi gördüğümüz ilk hareket eden nesnenin arkasından gitme eğilimindeyiz. Üstelik bu uzun süreli alışkanlıklara dönüşebilme riskine sahip, çünkü tutarlılık ilkesiyle davranışlarımıza devam ediyoruz. İlki raslantısal olsa bile… Örneğin bir şey satın almaya karar verdiğimizde ilk duyduğumuz fiyatı referans alıyoruz, diğerlerini hep ona göre kıyaslıyoruz.

Bedavanın gücü hepimizi ele geçiriyor. Az veya çok. Sıfır maliyet kararlarımızda çok önemli bir rol oynuyor. Aslında daha büyük maliyetlere katlandığımızı fark etmeyerek. Örneğin iki kitap alırsan kargo bedava, halbuki ikinci kitabı almayı planlamıyordun en azından şimdilik. Halk gününde müzeye giriş maliyeti sıfır belki ama kuyrukta bekleme maliyeti, zaman kaybı ve sıkıntı var sonunda. 
Gelelim mükemmeliyetçiliğimizin etkisine… Standartların yüksek olması karar vermeyi zorlaştırır veya ertelemeye sebep olur. Altında yatan temel duygu başarısızlık korkusudur. Kendimize hata yapmak için izin verdiğimizde bu korku dağılır ve karar vermemiz kolaylaşır. Hata yapalım, ne olur? Ölüm yok ya sonunda!

Albert Einstein'ın dediği gibi, “Hayat bir bisiklet sürmeye benzer. Dengenizi ancak hareket halindeyken korursunuz.” Karar vermek de tıpkı bisiklet sürmek gibidir. Düşmekten korkmadan yeni yollara çıkmak, bizi daha güçlü kılar.

Peki, kararlarımız üzerinde duyguların etkisini azaltmak için ne yapabiliriz?

Karar verirken duygularımızın farkında olmak, onların kararlarımızı nasıl etkilediğini anlamamıza yardımcı olur. Duygularımızı göz ardı etmeden, kararlarımızı mantıklı bir şekilde değerlendirmeye çalışmak önemlidir.

Güvendiğimiz birinden görüş almak, kararımızı daha objektif bir şekilde değerlendirmemizi sağlayabilir. Önemli bir karar almadan önce zaman ayırmak, duygularımızın yatışmasına ve daha rasyonel bir karar vermemize yardımcı olabilir. İlaç endüstrisinde yıllarca birlikte çalıştığım sevgili yöneticim Dr. Tahsin Yüksel’in tavsiyesi hala kulaklarımda. Bir gece üzerine uyu. Sabah kalktığında sor kendine, hala aynı kararda mısın?

Sonuç olarak, karar verme sadece bir seçim yapmak değil, aynı zamanda kendimizi ve geleceğimizi şekillendirmek demektir. Karar verirken duygularımız, düşüncelerimiz, geçmiş deneyimlerimiz ve çevremizdeki insanlar büyük rol oynar. Bilgi toplamak, duygularımızın farkında olmak, elimizdeki seçenekleri her yönüyle değerlendirmek, riski analiz etmek ve güvendiğimiz kişilerden görüş almak daha iyi kararlar almamızı sağlar.

Peki siz, en son aldığınız önemli bir kararda, aklınız mı, kalbiniz mi daha etkili oldu? Bu sorunun cevabı, kendi karar verme mekaniğiniz hakkında size önemli ipuçları verebilir. Merak ederseniz diye not düşeyim, otel seçiminde ben kalbimi dinledim.