Akıllı Sadelik - Burak Karslı

Bir şirkette idari işler sorumlusu olarak çalıştığımızı ve bizden, herhangi bir yönlendirme verilmeden, personelin giriş-çıkış saatlerinin takip edilebileceği bir tablo hazırlamamız istendiğini varsayalım.

Muhtemelen aklımıza ilk gelen kolonlar, personelin; adı, soyadı, giriş-çıkış saatleri ve bunların gerçekleşme tarihleri olacaktır. Bu isimlendirmelerin tamamlandığı tam o anda beynimizde bir şey oluyor ve yeni kolonlar eklemek gerektiği sonucuna çok hızlı bir biçimde varıyoruz. Personelin kıdem yılı, bağlı olduğu bölüm ve yönetici, mola saatleri, turnikeden kaç defa giriş-çıkış yaptığı, giriş-çıkış saati bulunmayan günler için personelin izin alıp almadığı bilgisi gibi birçok kolonu çalışmamıza ekliyoruz.

Görüntü itibarıyla bizden istenen talebe hızla yanıt vermiş durumdayız; ancak “Yeni eklediğim kolonlar ihtiyaç mıydı? Bunları neden ekledim?” sorularına vereceğimiz yanıtı aynı hızda sağlayabiliyor muyuz?

Peki bizden Google’ın kuruluşundan daha önceki bir tarihte dünyada ilk kez kullanıma alınacak bir arama motoru için bir internet sayfası tasarımı yapmamızı isteselerdi Google anasayfası gibi basit ve karmaşadan uzak bir tasarım mı yapardık, yoksa üstteki örnekteki raporlarımıza benzer bir tasarım mı?

Durumun hayatlarımıza değerek somutlaşabilmesi için örneklere devam edelim; yarın sağlıklı yaşama adım atabilmek için bir spor salonuna kayıt yaptıracağımızı varsayalım. Bu kaydı yaptırdığımız andan itibaren ertesi gün giyeceğimiz t-shirt, şort, çorap, ayakkabı, hareketlerimizi ölçümleyebilen akıllı bir saat, koşarken telefonumuzu kolumuzda tutabilecek bir kol bandı, havlu bileklik ve tüm bunları taşıyabileceğimiz bir spor çantası almak mı aklımıza geliyor, yoksa sağlıklı yaşam ihtiyacımızı gidermeye mi konsantre oluyoruz?

Bu tip örnekleri iş ve özel yaşamlarımızdaki gözlemlerimiz ile çoğaltmak mümkün; ancak her örneğe soracağımız soru aslında tek ve çok basit; “Bu benim ihtiyacım mı ve yararlı mı?”. Bu soruları sorarak başladığımız değerlendirme sürecine kısaca ihtiyaç analizi diyebiliriz. Bu analizi hakkıyla yapabildiğimiz takdirde akıllı sadelik kapısından ilk girişin adımını atmış olacağız.

Leonardo da Vinci’nin bu konu hakkında çok sevdiğim bir sözü var:

“Sadelik, en yüksek gelişmişlik düzeyidir.”

Sadelik, insanın kendi elindeki en önemli özgürlük enstrümanlarından biri olarak nitelendirilebilir. Ayrıca toplumların en küçük parçası olan bireylerde başlayıp oradan tüm topluma yayılabilen ve sonucunda toplam fayda sağlayabilen çok basit; ancak etkili bir silahtır. Hayatta hakkıyla sadeleşmek belki de tek başına özgürleşmek demek. Hayatımıza biraz dışarıdan bakabildiğimizde; iş veya özel yaşamımızda bizi rahat akıştan, özgürlükten engelleyen, ortadan kaldırıldığında herhangi bir risk yaratmayacak "tasma"ların mevcut olduğunu görmek mümkündür. Bu "tasma"ları tespit edip gerekli analizi yaptıktan sonra bunlardan kurtulmak elimizi ve gönlümüzü rahatlatacaktır. Rahatlayan ellerin ve gönüllerin yaratılan ilave zamanda hem daha yaratıcı hem de daha verimli çalışması olasıdır, örnekleri çoktur.

Yeni dijital dünyanın liderlerinden olan Airbnb, Uber ve Netflix’i incelediğimizde çok sayıda “akıllı sadelik” uygulamasına rastlıyoruz. Ön şart olarak ürünün tasarımının ve kullanımının müşteri nezdinde oldukça sade olması sağlandıktan sonra kaliteli iletişimin yarattığı farkındalık, veri toplama ve analizi ile bu analizin çıktılarının hızlı bir biçimde hayata geçirilmesi bu şirketleri sadece piyasa değeri olarak değil akıllı sadelik konseptinde de tepelere koyuyor. Sadeleşen şirketlerin günümüz dünyasında giderek önem kazanan “çeviklik” gücü ile de fark yarattığını görebiliyoruz.

Mevcut düzende yoğun bir pazarlama aktivitesinin odağında bizler, son kullanıcılar olarak yer almaktayız. Bu aktiviteler genellikle bizlerin yapmakta zorlandığı veya hiç yapamadığı ihtiyaç analizini bizim yerimize kendi doğrularıyla yaparak bize üründen önce ihtiyaç satıyor. İnsanoğlu da -ihtiyacını gidermek için sonsuz heves ve güç sahibi varlık- bu ihtiyacı satın almasının hemen ardından bu ihtiyacı giderecek ürünü tereddüt etmeden satın alıyor. Hiç durup düşündük mü; evimizdeki eşyalar, dolabımızdaki kıyafetler, günlük hazırladığımız raporlar, bizler veya ekibimiz için hazırlanan performans kriter setleri, yaptığımız işi veya çalıştığımız süreçleri tarif etmek için hazırladığımız süreç haritaları, prosedürler ve yönetmelikler bizim gerçekten hangi ihtiyacımızı giderdi veya daha ne kadar süre giderebilecek? İki yıl içinde değiştirdiğimiz “akıllı” telefonlarımız hangi ihtiyacımızı gideremediği için emekli edildi?

Hatırlayanlar olacaktır; evlerimizde annelerimizin gözü gibi baktığı ve içindeki tüm ürünleri hiç kullanılmadıkları halde rutin olarak temizlikledikleri “gümüşlük” isimli bir dolap vardı. Bu dolapta içinden bir su bile içemediğimiz (suyu geçelim, bazılarına dokunmak bile yasaktı!) birbirinden parlak kristal viski bardakları, içinde mum yakılması günah olan şamdanlar, içine tek bir çöp bile değmemiş küllükler ve bunun gibi nice cam ürünleri. Bu ürünlerin belirli üretilme amaçları olsa da annelerimiz bunları salonun bir köşesinde evimiz bir sanat galerisiymişçesine sergilerdi. Sorumuza yeniden dönecek olursak; “Gümüşlük ve içindekiler gerçek birer ihtiyaç mıydı?”

Tam burada bize manevi değer yarattığını tespit ettiğimiz şeyleri ihtiyaç analizimizin kapsamından çıkarmak gerekiyor. Etimolojik olarak toplama, biriktirme anlamına gelen “koleksiyon”; dilimizde, bize manevi değer yaratan eşyaların toplanması ve saklanması olarak kullanılıyor. Araba koleksiyonuna her baktığında gözleri ışıldayan birisinin yaşadığı manevi tatmin insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından birisi olan mutluluğa hizmet etmesi sebebiyle yararlı sayılabilecektir.

Tüm bu düşünme egzersizimizin sonunda aslında bir ip cambazı olduğumuzu görmemiz çok olasıdır. İpin bir tarafında yanlış ihtiyaç analizleri ve çeşitli dış parazitler sonrasında oluşmuş, içinden çıkılmaz karmaşıklıklar, bir tarafında ise artık “öz”ünden kopmuş bir sadelik bulacağız. Burada dengede yürüyebilmek gerçekten çok önemlidir. Bu yürüyüşün yaşamımızın sonuna kadar süreceğini düşündüğümüz zaman da kendi evrenimize doğru sorular sormanın anlık değil, ömürlük olduğunu kavramamız gerekiyor. Zira anlık olan değil ömürlük olan hepimiz için daha sahici oluyor. Sahici olan her bir şey, olan biten onca karmaşanın içinde çok daha anlamlı bir sadelik arz ediyor.